Necip Fazıl Kısakürek'in, "Reis Bey" isimli eserinin sonundaki unutulmaz diyalog:
Merhamet...
İnsanlara merhameti öğretmek, insandaki kötülük iktidarını döve döve pekiştirmek yerine; hohlaya hohlaya yumuşatmak.
Merhamet...
Hava gibi, su gibi muhtac olduğumuz iksir. Başağı bir cemiyeti, başkuyarı edecek bir kudret. Acımasızca idama götürdüğüm çocuk bana "Buz çölünde yol alıyorsunuz." demişti. Hepimiz, bütün insanlık buz çölünde yol alıyoruz! Aldığımız nefesler bile sipsivri kayalar şeklinde donuyor. Bakarken gözle bıçaklıyor, dinlerken kulakla zehirliyoruz. Bütün bunların kanunlarını bilmiyoruz da kanun çıkarmaya kalkıyoruz. Olur mu hiç? Sen kaplanı yetiştir, besle, sonra pençe atıyor diye kement at; ipe çek! Yazıktır kaplana, günahtır kaplana! Merhamet!
- Hakim: O halde ceza ölçüleri, hak, adalet ve kanunlar lüzumsuz öyle mi?
- Reis Bey: Öyle değil... Bunlar doktorun çare bulamayınca bütün bir uzvu budamaya mecbur
kalması gibi iç tedavi üzerinde tedbirler.
- Savcı: Efendim, merhamet ekmek olsa da bütün insanlığa dilim dilim dağıtılsa, payına hiçbirşey düşmeyecek lanetli budur! Üstelik yüce reislik makamından bitirimhanelere düşüp ipten kazıktan kurtulma insanlar arasında eroin çetesi kuran bir bedbahtın karşınızda kurtarıcı edasıyla adalet dersi vermeye kalkışması; tam bir şenaattir! kendisine yine reislik makamındayken söylediği bir sözü hatılatırım "Bizi daima işlenen suçun cüzzamlı suratına bakmaktan kaçıran bu edebiyat esnaflığını bir yana bıraksınlar ve bu görünen suçun görünmeyen bir yanı varsa onu ortaya döksünler!"
- Reis Bey: Sayın savcı, beni eski anlayışım ve prensiplerimle mahkum ettirmek istiyorlarsa, bilsinler ki; ben zaten onun mahkumuyum.
- Avukat: Muhterem reis bey; (hakime hitaben) Sayın savcıyı, sanık sanılan büyük şahsiyetin fikirlerini, inançlarını ve ideallerini daha yakından anlamaya davet ediyorum; ancak bu taktirde onun bitirim yerinde ne aradığı anlaşılabilecektir. Bütün dünya, kanunların ve hakim kürsüsünün tam hakkını verdikten sonra, insandaki gizli ruh noktalarına, iç hakikatine eğilen, bu yüce hakikati arayan, onu aramanın işkenceli hayatını yaşayan bir adalet kahramanı karşısındadır. Büyük bir takdirle belirtelim ki başkanı bulunduğum baro, şu anda bu yepyeni adalet kahramanını azizleştirmek için formül aramaktadır. Eminiz ki bitirim tipleri arasındadır suçlu. Bıçakları ve tabancayı reis beyin bitirim yerinde doğruyu göstermek için topladıklarını kendi şahıslarını ortaya koymaksızın söylediler; ama eroine ait hiçbiri bir ipucu vermedi "Bilmiyoruz" demekle yetindiler. bu kişilerin ayrıca izinsiz silah taşımaktan ve eroin işinden sorguya çekilmelerini talep ediyorum!
- Reis Bey: Asla diyorum asla! Boş toprakta define aranırcasına suçlu aranmaz! Ancak meydana çıkarsa görülür. Kimseyi cebime eroin koymakla suçlandıramam ve benim hesabıma suçlandırılmalarına razı olamam! Eğer gerçek suçlu gerçekten aramızdaysa, benim hesabıma mutlaka bağışlanacağını fakat kanun hesabına muhakkak kıstırılacağını bilerek kendi kendisine ortaya çıkmasını dilemekten başka yapabileceğimiz hiçbirşey yok.
- Savcı: İşte... Af ve merhamet rejiminin insandaki kötülük iktidarını ortadan kaldıracağı tezine en güzel fırsat. Buyursunlar gerçek suçluyu ortaya çıkarsınlar.
- Reis Bey: Bu ne acındırıcı mantık... Benim merhamet tezim bir dedektif kaidesimidir ki suçluyu bulsun? Ben diyorum ki "Her fert başucuna suçlu benim; herkes suçsuz! levhasını asmalıdır". Ben diyorum ki "Yegane kurtluşumuz herkesin herkesi affetmesindedir." daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer; ama görüyorum ki anlatamıyorum... hissediyorum ama anlatamıyorum! çocuk, "Ağlayabilseydiniz anlyabilirdiniz" dedi. Ağladıkça anlıyorum... Ağladıkça anlıyorum... Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim. Hem de öylesine kaybettim ki; Amerika'da bir cinayet işlense de, dünya çapında bir ses sorsa; "Katil kim?", "Benim!" diye haykırabilirim! Soğuk kış geceleri, köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda, gömleğimin yakasında... İsterse çareme adli tıp baksın; fakat bir hastaneye girsem de kan kanseri çeken hastalar görsem "Acaba onları bu hale ben mi getirdim?" diye düşünüyorum. Ben ne yaptım? Uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim? Hangi mukaddesi kirlettim ki; kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum? Dışımda ne arıyorlar? İçime doğru suçluyum ben! Bir de kalkmış belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar bütün ülkeyi sarar diye; tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum! Reis beyefendi(hakime hitaben); Ceketim benimdir! Celp benim ceketime aittir. Erion de o cebin malıdır. Ben suçluyum bana acımayın reis beyefendi... Bana acımak merhamete haksızlık olur!
27 Nisan 2009 Pazartesi
Cam Şişe
Bilmem sizde de böyle midir (büyük ihtimalle değildir), suyu önce bir sürahiye koyup ardından susadıkça kalkıp sürahiye gitmek bir bardak doldurmak ve içmek; bana fazla medeni, yapmacık ve lüzumsuz geliyor. Ben su içme sorununu şöyle çözüyorum, önce eve aldığım herhangi bir içeceğin bitmesini bekliyorum, içecek bittikten sonra alıyorum halis musluk suyula güzel bir çalkalıyorum, ve bu suyu boşaltıyorum, tekrar suyla dolduruyorum, kapağı açık bir şekilde takriben 2 gün öyle bekletiyorum bundan maksadım, şişeye sinmiş olan cola/fanta/sprite/schweppes aromasının, içmek için doldurduğum suya sirayet etmesini engellemek. Bu işlemlerin ardından şişem kullanıma hazır hale geliyor. Ve bu şekilde ev içindeki su ihtiyacımı karşılıyor(d)um. Bulunduğum öğrenci evinde belki en kaliteli, severek tükettiğimiz ürün; suyumuz. Bu nadide ürünü plastik şişelerle heder etmek bana uzun zamandır çok insafsızca geliyordu, sürahiden doldurup içmeye de katlanamayacağım için tek bir alternatif kalıyordu, o da: cam şişe!
Haftalar önce kafaya koymuştum bir cam şişe almayı, fakat sınavlar gelip
bu da böyle bir anımdı.
25 Nisan 2009 Cumartesi
Büyük Taşlara Öncelik
"Bu hikâye Kellog Business School’da (Northwestern Üniversitesi) İş İdaresi master öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında geçmiş:
Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra; “Bugün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir imtihan yapacağız” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü: “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladıar. Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir defa daha sordu: “Bu kavanoz doldu mu?” Bir öğrenci “Dolmadı herhâlde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi, profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş bütün kum taneleri taşlarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.Sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar.“Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya kadar suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, bir boşluk mutlaka vardır” diye atladı. “Hayır dedi profesör, “Bu deneyin esas anlatmak istediği; Eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsın.” Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: “Nedir hayatınızdaki büyük taşlar?” “Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, başkalarına faydalı olmak. Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız. O zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir “ .Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı."
(İktibas: Türkiye Gazetesi - Ahmet Sağırlı)

Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra; “Bugün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir imtihan yapacağız” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü: “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladıar. Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir defa daha sordu: “Bu kavanoz doldu mu?” Bir öğrenci “Dolmadı herhâlde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi, profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş bütün kum taneleri taşlarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.Sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar.“Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya kadar suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, bir boşluk mutlaka vardır” diye atladı. “Hayır dedi profesör, “Bu deneyin esas anlatmak istediği; Eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsın.” Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: “Nedir hayatınızdaki büyük taşlar?” “Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, başkalarına faydalı olmak. Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız. O zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir “ .Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı."
(İktibas: Türkiye Gazetesi - Ahmet Sağırlı)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)